Bir hukuki sorunuz veya davanız olduğunda ister istemez çevrenizde varsa bir avukata veya yargı alanında meslek icra eden bir eşinize dostunuza danışmak isteyebilirsiniz. Ya da herkesin yaptığı gibi tüm gün elimizde bulundurduğumuz telefonumuzu elimize alıp arama motoruna belli kelimeler ile olayınızı, sorunuzu yazıp bir cevap aramaya çalışabilirsiniz. Ama sorunuzu içeren son yargı kararlarını veya bu konudaki hukuki kitapları alıp okumak yapacağınız bir şey değildir. Bu arada bu durum hukuk alanında olduğu kadar her konuda yapılan bir şeydir ancak eminim ki hukuk ve tıp bu konuda başı çekecektir. İşte tam da bu yüzden aradığınız bilgiyi internet ortamında bulmaya çalıştığınızda olur da yolunuz siteme düşerse diye, bir de kendi düşündüklerimi ve paylaşmak istediklerimi hukuk alanında veya alanın dışında sizlere sunmayı istediğimden bir blog sayfası da oluşturmaya karar verdim. Aynı zamanda hala yazarı olduğum ve güncel yazılarımı sunduğum belli gazete ve dijital platformlarındaki yazılarımı da bu blog sayfamda sunma imkanı bulacak olmak bir başka pozitif etkisi daha oldu.

Buradaki yazıların içeriği hukuki konularda olduğu kadar hukuk dışı; gündeme dair güncel meseleler, edebiyat, sanat ve hayat gibi belli başkaca birçok konuda olacaktır. Çünkü dediğim gibi burada insana hukuki bilgi sağlamak kadar insanların farklı bilgilere de erişimini sağlamayı ve beni iş hayatım dışındaki düşüncelerimle de tanımasına fırsat tanımaktır. Hatta çeşitli konularda benzer düşüncelere sahip olan ve ilgi alanlarımızın ortak olduğunu düşünen kişiler de buna dayanarak meslek dışında da paylaşımda bulunmak üzere benimle iletişime geçebilirler.

Vakit buldukça benim de bolca yaptığım üzere ve oradan yararlı bilgileri hayatıma katmayı da amaç edinmek niyetiyle blog okumak herkes için gerçekten çok faydalı bir etkinlik olabilir. Hem daha hızlı bilgi edinmeyi sağlar hem de güncel konularda bilgilendirici içeriklere ulaşmak kolaydır. Bloglar, genellikle daha kısa ve öz olduğu için zaman açısından avantajlı da oluyor. Kitaplarla kıyasladığında, bir konuda derinlemesine bilgi edinmek için kitaplar harika bir kaynakken, bloglar daha pratik ve hızlı bir çözüm sunabilir, sizi sadece ilgi duyduğunuz alana dair çok daha kısa bir kaynakla bilgilendirip temel bir fikir edinmenizi sağlayabilir.

Günümüzde internetin sağladığı kolaylıklarla birlikte, bilgiye ulaşmak çok daha hızlı ve kolay hale geldi. Bloglar, dijital içerik dünyasında önemli bir yer tutuyor ve kitapseverlere bilgiye ulaşma niyetinde olanlara hızlı, erişilebilir içerikler sunuyor. Kitap okumanın derinlemesine bilgi sağlama konusunda hala bir avantajı olsada, blog okumak günümüzün hızla akan bilgi dünyasında daha pratik bir alternatif oluyor. Özellikle hukuk ve tıp konusunda fakülteler bitirip konu hakkında uzmanlaşmak için okunması gereken onlarca kitabın ve görülmesi gereken dersin ana temasını size kısaca ve teknik terimlerden arındırılmış bir şekilde anlama imkânı sağlıyor. (*1)

1. Fakülteleri, dersleri, eğitimleri zaten hiç konu etmiyorum ama bir alandaki açıklayıcı kitaplar  bile genellikle kapsamlıdır ve bir konuyu derinlemesine ele alır. Bu, özellikle bir konuda uzmanlaşmak isteyenler için mükemmel bir avantaj olsada, zaman açısından sıkışık olanlar için zorlayıcı olabilir. Bloglar, daha kısa ve öz formatlarıyla bilgiye hızlıca ulaşmanıza yardımcı olur. Bir blog yazısını birkaç dakikada okuyarak, konu hakkında temel bir anlayışa sahip olabilirsiniz.

2. Bloglar genellikle yazarları tarafından güncellenir ve taze, anlık bilgiler sunar. Özellikle teknoloji, pazarlama, iş dünyası gibi hızla değişen alanlarda, bloglar okurlara en son gelişmeleri hızlı bir şekilde aktarır. Kitaplar ise genellikle uzun yazım süreçlerinden geçtikleri için bazen güncelliğini kaybedebilir. Bu güncellenebilir yapısı hukuki kararların son kararlara göre şekillenen içtihadların bu alandaki paylaşımını bile kolaylaştırmaktadır.

3. Bloglar, farklı yazarlar ve içerik üreticileri tarafından yazıldığı için, çeşitli perspektifler ve deneyimler sunar. Bu da bir konuda farklı düşünce yollarını keşfetmenizi sağlar. Kitaplar ise genellikle tek bir yazarın görüşünü daha derinlemesine sunar. Bu alanda diğer hukuki sayfaların ve sitelerin sizlere sunacağı bilgiler ile buradaki yazıları karşılaştırabilir ve farklı bakış açıları ve yorumlara ulaşabilmek de bu çeşitliliği ve zenginliği arttırmaktadır.

4. Birçok blog, ücretsiz olarak yayınlanır ve internet bağlantısı olan her yerden erişilebilir. Sadece telefonunuzun ucunda bu yazıyı istediğiniz an istediğiniz yerde okuyabilecek olmanız benim en büyük motivasyon kaynaklarımdan biri oluyor. Bu, blogları, bilgi edinmek isteyen herkes için mükemmel bir kaynak haline getirir. Kitaplar ise genellikle bir ücret karşılığında satın alınır ve fiziksel veya dijital formatlarda bulunabilir. Kitap almak her zaman her zaman mümkün olmayabilir, ancak bloglar daha erişilebilir ve çoğu zaman ücretsizdir.

5. Bloglar, genellikle bir konuya dair özet bilgiler verir. Eğer derinlemesine araştırma yapma zamanınız yoksa veya yalnızca genel bir fikir edinmek istiyorsanız, bloglar bu konuda ideal bir kaynaktır. Kitaplar ise, özellikle akademik ya da teorik bir içeriğe sahipse, daha fazla zaman ve dikkat gerektirebilir. Zaten günümüzde her şey çokça zamanımızı almaktayken insanlar bilgiye de bir an önce hızlı bir şekilde ulaşmak niyetindedir. (*2)

*1. Bir yanlış anlamanın önüne geçmek isterim. Öncelikle blog yazıları ile kimsenin bu iki tekniği çok derin ve karışık alandaki sorunlarına net bir çözüm bulacağını savunmadığımı belirtmeliyim. Bu sadece bazen bir bilgi arayaşında olan ve bu alanlardaki teknik terimlerin veya çokça bilgi kirliliğinin kafasının karıştığı yerlerde kişiye bir izah, daha kolay bir kavrayış herkesin diline bir tercüme olmaya çalıştığını belirtirim. Asla net veya kesin bir çözüm arayışını sağlamadığı gibi, niteliği itibariyle çokça zor olan konuların, halkın veya dijital alanlardaki görünümünü basitleştirmek değil, aksine daha çok basitleştirilerek anlatımı gerektiği ile ne kadar anlamlı ve derin konular olduğunu pekiştirmektir. Bu konuda gelebilecek eleştirilerin önüne şimdiden böyle bir açıklama ile geçme ihtiyacı duydum.

*2. Burada da başkaca bir yanlış anlamanın daha önüne geçmek isterim: Hap bilgi faydalıdır gibi bir yorumun doğruluğunu savunmak değildir niyetim. Ancak günümüz yoğunluğundaki insanların bilgiye kolayca ulaşması ve bir temel sağlayacak görüşe ulaşması açısından özet bilgiye sahip olunması da elzemdir ve insanlar için faydalı yanı mevcuttur. Sadece bu anlaşılması zor ve karmaşık konuların tabii ki bu şekilde kavranmaya çalışılmasını bir yanda tutarak, bazı detaylamasına ve derinlemesine öğrenilmesi gereken konuların kitap ve eğitimler aracılığıyla öğrenilmesine engel değildir. Eğer vakti ve ilgisi varsa bunu tabii ki herkese de tavsiye etmekteyim. Bir vatandaş elbette ki vergi hukukuna dair derinlemesine ilgi duymayabilir ama ilgisi olan diğer konuları blogda veya özet bilgi olarak değil, daha kapsamlıca öğrenmesi en büyük tavsiyemdir. Yazımın son cümlelerinde blog her ne kadar faydalı olsa da sizi kitaplardan ve eğitimlerden uzaklaştırmasın mesajını da vermiş olayım.

  1. Uluslararası Hukuki Düzenlemeler

Hep dile getirdiğimiz birkaç temel sözleşme var. Yazılarımda da sıkça sizlerin karşısına koymaya çalışıyorum. Çünkü buradaki temel metinler bile aslında o kadar çok problemin çözümlenmesinde ve hakların sağlanması yönünde farkındalık sağlıyor ki değil özel günlerde sadece bazı kişilerce hemen hemen her akla gelindiğinde herkesçe okunmasında çokça fayda var. Kadınların özellikle çalışma yaşamında korunması ve eşit haklara sahip olması için yapılan uluslararası düzenlemelerin önemi oldukça büyüktür.

  1. Ulusal Düzeyde Kadın Haklarına İlişkin Hukuki Düzenlemeler

Türkiye’de kadınların çalışma hayatında ve toplumsal yaşamda eşit haklara sahip olması için çeşitli yasal düzenlemeler bulunmaktadır:

  1. Yerel Hukuki Düzenlemeler ve Kadın Hakları

Kadın hakları konusunda uluslararası ve ulusal düzenlemelerin yanı sıra yerel düzeyde de çeşitli uygulamalar mevcuttur. Belediyeler, kadın danışma merkezleri, baroların kadın hakları komisyonları gibi yerel birimler, kadınların hukuki haklarına erişimini kolaylaştırmaktadır.

Peki tüm bu uluslararası, ulusal ve yerel oluşumlarımıza rağmen Kadın Hakları Mücadelesi ve hukuki eksiklerin hala mevcut olması ne yazık ki karşılaştığımız bir durumdur. Tüm bu hukuki düzenlemelere rağmen, kadınlar hâlâ çalışma hayatında ve sosyal yaşamda birçok engelle karşılaşmaktadır. Kadın istihdam oranlarının düşük olması, cam tavan sendromu, eşit işe eşit ücret ilkesinin tam anlamıyla uygulanamaması gibi sorunlar devam etmektedir. Ayrıca, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda uygulamada yaşanan eksiklikler dikkat çekmektedir. Bunlar ne yazık ki tek bir günde çözülecek gibi olmasa da yine de bu konuda yapılacak birçok şey vardır. Hep dile getirmeye alıştığımız gibi; Kanunlar aslında birçok konuya açıklık getirerek düzenlemeler ile sağlama almış olsa da, onların uygulanması bakımından eksiklerin giderildiği vakit aslında çokça eşitsizliğin ve adaletsizliğin önüne geçeceğiz.

Bu adaletsizliğin önüne geçildiğinde kadınlarımızın hukuki haklarını kullanabilmesi, günlük yaşamda güvenli ve eşit şartlarda yaşamaları sağlanacaktır. Ancak, uygulamada karşılaşılan sorunların giderilmesiyle kadınlar haklarını tam olarak kullanabilecektir. Peki bu bahsettiğimiz ulusal konularda nasıl çözümlenecek; sadece birkaç örnek ile bakalım: Şiddet Mağduru Kadınlar İçin Hukuki Destek: 6284 Sayılı Kanun kapsamında kadınlara uzaklaştırma kararı alma, sığınma evlerine yerleşme ve hukuki yardım alma hakları tanınmaktadır. Bunların bilinci ve farkındalığı toplum nezdinde şiddet mağduru kaç kadının bilgisi dahilindedir! Bu konuda yapılacak basit bir anket veya tespit bile çokça büyük bir farkındalığı ortaya çıkaracaktır. Çalışma Hayatında Kadın Hakları: İş Kanunu gereği kadınlara doğum izni, süt izni ve eşit ücret hakkı gibi düzenlemeler getirilmiştir. Bu gayet güzel ve yerinde düzenleme olsa da hala uygulanması sıkıntılı. İşyerlerinde ayrımcılık hâlâ büyük bir sorun olarak devam etmektedir. İşveren hamile veya yeni evlenmiş bir kadın çalışanına hala ön yargı ile yaklaşmakta. Bu bilincin de değişmesi en temel amaç hedeflerden biri olmalıdır. Miras ve Mal Paylaşımı: Medeni Kanun kapsamında kadınlar, miras ve mal paylaşımı konusunda eşit haklara sahiptir. Ancak, gelenek göreneklerin kanunlardan daha üstün tutulduğu kırsal alandaki bazı kültürel ve toplumsal baskılar nedeniyle kadınlarımız bu haklarını tam olarak kullanamayabilmektedirler. İşte bu gibi toplumsal baskıya ve kültürel adetlere de karşı bir set çeker gibi bu tarz uygulamaların önüne geçmek ve kanunen kadının hakkını koruyucu tedbirler alarak eşit paylaştırılmasını sağlamak en önemli konuların başında bulunmaktadır.

Yani hep beyan ettiğim üzere asıl ısrarla üzerinde durmaya çalıştığımız konu ‘Hukukun Uygulama Sorunları ve Çözüm Önerileridir’. Kanun koyucu yasal mevzuat düzenleme kısmında üzerine düşeni yapmakta önemli olan tüm yargı organlarınca bunların uygulanması konusunda bir görüş ve yaptırım birliği sağlanması. Asıl sıkıntılı meselelerimiz bu konu ile çözüme kavuşacaktır. Kadınların hukuki haklarının güvence altına alınması için yasal düzenlemelerin uygulanabilir olması gerekmektedir. Ancak, hukukun pratiğe yansıması konusunda çeşitli eksiklikler bulunmaktadır. Bunlar az önceki paragrafta belirttiğim bir takım örnek unsurlar olduğu gibi;

gibi daha detay unsurları da bünyesinde barındırmaktadır. Bu sorunların çözümü için toplumun geneli olduğu kadar özellikle kadınlara yönelik hukuki bilgilendirme faaliyetleri artırılmalı, yerel yönetimlerin kadın dostu politikaları teşvik edilmeli ve hukuki destek mekanizmaları güçlendirilmelidir.

Sonuç itibariyle; genel olarak tüm konu başlıklarını özetleyecek olursak; Kadınların hukuki haklarını daha etkin kullanabilmesi için ilk olarak yasal farkındalık artırılmalı, her zaman ısrarla belirtmekten bıkmayacağımız hukuki düzenlemelerin uygulanması sağlanmalı ve iş yerlerinde toplumda olabildiğince kadın dostu politikalar ve pozitif ayrımcılığı teşvik eden hususlar yaygınlaştırılmalıdır.

Tüm bunların bağlamında tekrar beyan etmek gerekir ki 8 Mart, kadınların yalnızca ulusal değil, yerel ölçekte de haklarını ve hukuki kazanımlarını hatırlamak için önemli bir gündür. Kadın haklarının korunması, sadece yasa metinlerinde değil, günlük yaşamda da hissedilebilir olmalıdır. Yerel yönetimler, hukukçular ve sivil toplum kuruluşları iş birliği içinde çalışarak kadınların hukuki güvencelerini sağlamalı ve onları desteklemelidir. Yani 8 Mart, kadın haklarının kazanımları kadar, devam eden mücadelenin de hatırlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Hukuki düzenlemeler kadın haklarını desteklemek için kritik bir araç olsa da gerçek anlamda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için uygulama mekanizmalarının güçlendirilmesi ve farkındalığın artırılması gerekmektedir. Kadınların hukuki alanda daha güçlü temsil edilmeleri, adalet sisteminin cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik daha etkili çalışmasını mümkün kılacaktır.

Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!

Bugün Türk kadınının kendisine kazandırılmış seçme ve seçilme hakkını ilk kez kullanımının yıldönümü. Takvimler 8 Şubat 1935’i gösterdiğinde Türk kadını sandığa gidip bu hakkın kullanımı konusunda ilk deneyimini yaşadı. Pek tabii bunun ardında

5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilen yasa ile Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmış olması yatmaktadır. Bu hakkın kazanımından birkaç ay sonrasında 8 Şubat 1935 tarihinde yapılan genel seçimlerde ilk kez kadınlar bu hakkını kullanmıştır.

Bu dönemle başlayan süreçte Türkiye büyük bir modernleşme ve demokratikleşme süreci yaşamaktaydı. Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleşen reformlar sayesinde kadınlar eğitim, iş hayatı ve siyaset gibi alanlarda daha fazla yer almaya başladı. Seçme ve seçilme hakkını kazanmaları da, bu eşitlik yönündeki en önemli adımlardan biri olmuştur.

8 Şubat 1935 tarihinde yapılan genel seçimlerde tarihimizde milat kabul edilecek şekilde toplam 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmeyi başarmış ve Türk siyasetinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu gelişme, Türkiye’yi dünyada kadınlara siyasal haklarını tanıyan öncü ülkelerden biri haline getirmiştir. O dönemde birçok Avrupa ülkesi henüz kadınlara bu hakkı tanımamışken, Türkiye bu konuda ilerici bir adım atmıştır.

Hemen her yazımda da dile getirmeye çalıştığım şekliyle; bu büyük kazanımın, sadece bir yasanın çıkarılmasından ibaret değil, toplumsal bir zihniyet dönüşümünü de simgelemekte olduğudur. Hatta belki yasaların çıkmasından da daha ziyade toplumun onu benimsemesi, uygulaması ve konuda genel bir farkındalık kazanılması en elzem niteliklerdendir. Hiç şüphesiz kadınlarımızın siyasete katılımı, toplumsal gelişimin ve demokrasinin temel taşlarından biridir. Bu nedenle 8 Şubat, sadece bir tarih olarak değil, kadın hakları ve eşitliğini vurgulayan önemli bir gün olarak anılmalıdır. Çünkü, bu konuda ülkemizin tamamına yakını bugünü beklemiş ve bu konuya dair gereken özeni göstermiştir.

Bugün, Türkiye’de kadınlar siyaset başta olmak üzere her alanda aktif rol almaya devam etmektedir. Ancak, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda hala atılması gereken adımlar mevcuttur. Kadın temsiliyetinin artması, kadın haklarının daha da geliştirilmesi ve her alanda eşit fırsatlara erişim sağlanması, demokrasinin daha da güçlenmesine katkı sağlayacaktır. Bunlar da hiç şüphesiz zamanla daha da rayına oturacaktır. Fakat öncelikli hedef; kadın hakları konusunda gelişimi bizden sonrasında başlamasına rağmen büyük ölçüde bu uygulamaları sağlayıp; medeniyet ve kadın hakları konusunda şu an daha önümüzde kabul edebileceğimiz ülkeler ile bir an önce aramızdaki farkı gidermeli ve dünyaca kabul gören ilkeler ve haklar doğrultusunda ilerlemeye devam etmeliyiz.

Sonuç itibariyle, 8 Şubat 1935, Türkiye’de kadınların siyasal haklarını fiilen kullanmaya başladığı çok önemli bir tarihtir. Bu tarih, kadın haklarının kazanımı ve korunması için verilen mücadelenin simgelerinden biri olmaya devam etmektedir. Dileğimiz odur ki; bugünden itibaren temsil edilen kadın sayımızın giderek çoğalsın ve meclislerde, belediyelerde, muhtarlıklarda gördüğümüz yetkin kadınların sayısı her geçen gün artsın. Demokrasinin ve özgürlüğün öncüsü tüm kadınlarımıza minnetle.

Geride bıraktığımız 2024 yılı, Türkiye’de kadın hakları açısından hem umut verici gelişmelerin hem de ne yazık ki sürekli mücadele gerektiren sorunların bir arada yaşandığı bir yıl oldu. 2024 yılında kadın hakları ile ilgili birçok yeni yasa tasarısı ve düzenleme gündeme geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılan en önemli konulardan biri, kadınların şiddete karşı korunmasını hedefleyen önlemlerin güçlendirilmesiydi. Bu kapsamda, güzel gelişmelerden biri kabul edebileceğimiz şekliyle; 6284 sayılı Kanun’un uygulamasına dair yeni protokoller geliştirildi ve şiddet önleme merkezlerinin sayısı artırıldı.

Kadın istihdamını artırma amacıyla da çeşitli teşvikler devreye sokuldu. Kadın girişimcilerin desteklenmesi için hibeler ve faizsiz krediler sağlanırken, bazı büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere çalışan annelere yönelik kreş desteği uygulaması gerçekleştirildi. Ancak, bu yasal ve politik gelişmelerin uygulamada karşılaştığı engeller, özellikle de yerel yönetimlerdeki kaynak eksiklikleri ve toplumsal direnç de maalesef ki hala çözülmesi gereken meseleler olarak öne çıktı.

Sivil toplum kuruluşları, çeşitli gösteri, yürüyüş ve etkinliklerde sahne alarak 2024 yılında da kadın hakları konusunda aktif bir rol oynamaya devam etti. Kadın dernekleri ve platformlar, şiddet vakalarının takipçisi olurken kamuoyunu bilinçlendirme kampanyaları düzenlediler. Özellikle sosyal medyanın etkili kullanımı sayesinde, kadınların yaşadıkları hak ihlalleri daha geniş bir kitleye ulaştı ve umuyoruz ki buna yönelik bir farkındalık artışı sağlandı.

2024 yılında sıklıkla tartışılan konulardan biri, Türkiye’nin kültürel ve toplumsal dinamiklerinin kadın hakları mücadelesine olan etkisiydi. Bazı bölgelerde geleneksel normların ve ataerkil yapıların direnç gösterdiği gözlemlendi. Ancak bu direnişe karşı, sivil toplum kuruluşlarının kırsal alanlarda yaptıkları eğitim çalışmaları olumlu sonuçlar verdi.

2024 yılında kadınlar, hem özel hem de kamusal alanlarda pek çok zorlukla karşılaştı. Kadına yönelik şiddet, hala en önemli sorunlardan biri olarak göze çarptı. Şiddet olaylarının sayısını azaltmaya yönelik çalışmalar artmakla birlikte, kadın cinayetleri ve istismar vakaları ne yazık ki devam etti. Hukuki yaptırımların yetersizliği ve bazı davalarda adaletin tam anlamıyla sağlanamaması, bu konuda toplumsal tepkilere yol açtı.

Ayrıca, ekonomik eşitsizlikler ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, kadınların istihdamdan eğitime kadar birçok alanda önünü tıkayan engeller arasında yer aldı. Kadın istihdam oranları, geliştirilen destek mekanizmalarına rağmen istenilen seviyeye ulaşamadı.

2024, zorlukların yanı sıra umut veren gelişmelerle de dikkat çekti. Özellikle genç kuşak kadınların hak taleplerini daha gür sesle dile getirmesi ve toplumsal değişim isteği, gelecek için önemli bir umut kaynağı oldu. Kadınların siyasi temsiliyetinin artması yönde atılan adımlar, seçime gittiğimizde karşımıza çıkan çokça ‘Kadın ve genç adaylar’ karar alma mekanizmalarında daha çok kadının yer almasını sağladı.

Sonuç itibariyle tahmin edeceğimiz üzere 2024 yılı geçen yıllara benzer bir şekilde Türkiye’de Kadın ve Kadın hakları açısından karmaşık bir tablo ortaya koydu. Yasal düzenlemeler, sivil toplumun gayretleri ve toplumsal farkındalık artışı gibi olumlu gelişmeler kaydedilse de şiddet, kadın cinayetleri, eşitsizlik ve toplumsal direnç gibi sorunlar hala ciddi birer engel olarak duruyor. Ancak en çok yerel seçimlerde gördüğümüz üzere genç kuşağın aktif katılımı ve sürekli bir mücadele ruhu, daha parlak bir gelecek için umut veriyor.

Umuyoruz ki yeni yılda ülkemiz bu yılın yaşattığı talihsiz ve kabul edemeyeceğimiz olaylarının yaşanmadığı, Kadın haklarının ve özgürlüklerin farkındalığının toplumun her kesiminde benimsendiği ve bunların olumlu sonuçlarının görüldüğü bir sene olarak gelir. Bu yüzyılın bir çeyreklik kısmını geride bırakacağız.

Tüm kadınlarımızın; ‘‘Gücünü ve değerini her daim hatırladığı;

Haklarını savunmaktan, sesini duyurmaktan ve dayanışma içinde olmaktan asla vazgeçmediği;

Zorluklara rağmen dayanıklılığının, değişimin ve daha adil bir dünyanın temel taşını oluşturduğu bir yıl olur. 2025, hayallerinizi gerçekleştirme ve toplumda daha güçlü bir yer edinme yılı olsun.

Dünya genelinde kadınların hakları, toplumsal eşitlik ve adalet arayışları, uzun yıllar süren bir mücadelenin sonucudur. Bu mücadelenin önemli dönüm noktalarından biri, tarihte bugüne anlamını vermesi itibariyle de 5 Aralık’tır. Her yıl 5 Aralık ‘’Dünya Kadın Hakları Günü’’ olarak kutlanır ve kadınların toplumsal, siyasi ve ekonomik eşitlik mücadelesinin simgelerinden biri haline gelmiştir. Bu özel gün, kadınların haklarına ve bu hakların korunmasına duyulan ihtiyacı hatırlatmak, geçmişte elde edilen kazanımları kutlamak ve gelecekteki mücadeleler için bir araya gelmeyi sağlamak amacıyla dünyada birçok ülkede çeşitli etkinliklerle anılmaktadır.

5 Aralık’ın Tarihsel sürecine baktığımızda ilk olarak Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen bir gün olmasa da, tarihsel olarak önemli bir dönüm noktasına işaret ettiğini görüyoruz. 5 Aralık 1945, Birleşmiş Milletler Kadın Statüsü Komitesi’nin kurulmasının ardından, kadın haklarının uluslararası alanda daha fazla konuşulmaya başlandığı bir dönemi işaret eder. Bugün, BM’nin de kabul ettiği şekliyle kadının toplumdaki yerini, eşitlik mücadelesini ve kadınların dünyadaki rolünü vurgulayan küresel bir farkındalık yaratmayı amaçlar.

Peki bu tarihe kadar gelen süreçte Kadın Haklarının kazanımını incelemeye alırsak göreceğiz ki; elbette kadın hakları çok uzun bir tarihe dayanır ve pek çok farklı kültür ve toplumda değişik şekillerde şekillenmiştir. Ancak modern anlamda günümüze kadar gelen süreçte kadınların hakları konusunda en büyük atılım 19. yüzyılın sonlarından itibaren gerçekleşmiştir. 1900’lerin başında, kadınların özellikle oy hakkı gibi temel siyasi haklar için mücadele etmeye başlamış, kadınların toplumsal yaşamda daha fazla söz hakkı elde etmeleri için dünya çapında önemli adımlar atılmıştır.

Bu hak mücadelesinin bir sonucu olarak da tarihler 1948 yılını gösterdiğinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi‘ni kabul etti. Bu beyannamede, kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olduğu vurguladı. Ancak tabii ki hepimizin kabul ettiği üzere pratikte, bu eşitlik mücadelesi uzun yıllar süregeldi. Kadınlar, pek çok ülkede eğitim hakkı, çalışma hakkı, oy verme hakkı gibi temel hakları kazanmak için ciddi mücadeleler verdi.

Türkiye’de ise durum biraz daha farklı cereyan etti. Kadın hakları mücadelesi, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanır. 1930’larda belediye seçimlerinde oy kullanma hakkı tanınan kadınlarımız, 1934 yılında ise milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip oldular. Ancak, biz her ne kadar bu konuda ileri görüşlü ve bilinçli bir öndere sahip olduğumuz ve bu haklara biraz daha kolay ulaşmış kabul edilsek de kadın hakları günümüzde hala birçok ülkede tam anlamıyla sağlanamamıştır ve eşitlik mücadelesini sürdürmektedir.

Günümüzde bugün özellikle medeni ülkelerde pek çok etkinlik ve aktivite ile kutlanmakta ve tebrik edilmektedir. Ancak, 5 Aralık, sadece bir kutlama günü değil, aynı zamanda bir farkındalık günü de olmalıdır. Bu özel gün, kadın hakları konusunda kamuoyunda bilinç oluşturmak için çeşitli etkinliklerle geçmeli. Bunu daha çok bir alışveriş festivalinden ziyade toplumun bu farkındalığa erişmesini sağlayacak konferanslar, paneller, yürüyüşler ve sosyal medya kampanyaları ile güçlendirilmelidir. Elbetteki bu amaçla bir araya gelinecek her toplanmanın bu konuda bir farklındalık yaratacağını tahmin etmekle beraber, ana amacımızın kadının toplumdaki eşitlik mücadelesini destekleyen önemli araçlar arasında yer almasının olduğunu unutmamalıyız.  Hatta bunun yanı sıra, 5 Aralık’ta kadın hakları konusunda toplumsal sorumluluk taşıyan bireyler, toplumu kadın hakları konusunda eğitmek, kadına yönelik şiddetle mücadele etmek ve kadınların eğitimine daha fazla yatırım yapmak gibi sorumluluklar almalıdır.

Sözün özü itibariyle ‘Dünya Kadın Hakları Günü’ kadınların eşitlik mücadelesinin bir kutlaması ve aynı zamanda farkındalık yaratma fırsatıdır. Kadın hakları, sadece kadınların değil, tüm insanlığın sorunudur. Kadınların özgürce yaşayabilmesi, eşit haklara sahip olabilmesi için yapılan her mücadele, daha adil ve dengeli bir dünya inşa etme yolunda önemli bir adımdır. 5 Aralık’ı kutlarken, bu mücadelenin devam ettiğini unutmamalı ve toplumsal eşitlik için hep birlikte çalışmaya devam etmeliyiz.

Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadelenin simgesi haline gelmiş bir gün olarak takvimlerde ’25 Kasım’ bugünün anlamını veren gün olarak bilinmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından 1999 yılında kabul edilen bugün, Dominik Cumhuriyeti’ndeki Mirabal Kızkardeşler’in 1960’ta diktatör Rafael Trujillo rejimi tarafından öldürülmesinin ardından anılmaktadır. Kadın hakları savunucuları, bu tarihi, dünyada kadınlara yönelik şiddetin son bulması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bir araya gelme günü olarak kutlamaktadır. Türkiye’de de her yıl 25 Kasım, toplumsal farkındalık yaratmak, kadınları şiddet ve ayrımcılığa karşı korumak adına çeşitli etkinlikler ve protestolarla anılmaktadır. Keza geçtiğimiz günlerde haberlerde bolca gördüğümüz üzere yine Türkiye’nin çeşitli illerinde de kadınlarımız ve kadın hakları savunucularımız bugünün farkındalığını yaratmak adına çeşitli organizasyonlar, gösteri ve yürüyüşler ile bir araya gelmişlerdir.

Öncelikle kadına yönelik şiddetin küresel ve yerel boyutlarını incelemeye kalkacak olursak, şiddetin sadece fiziksel olmaktan öte birçok farklı yönde gerçekleştiğini görmekteyiz. Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve kadınların ekonomik, sosyal, politik ve kültürel haklarına yönelik ayrımcılığın bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. Dünya genelinde milyonlarca kadın, fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalmakta, bu şiddet çoğunlukla aile içi ilişkilerde ve evliliklerde yaşanmaktadır. Birleşmiş Milletler’e göre, her üç kadından biri, hayatı boyunca fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Bu oran da maalesef bizlere aslında ne kadar korkutucu şekilde yüksek olduğunu ve hala bu konu için çokça çaba sarf etmemiz gerektiğini göstermektedir.

Dünya genelinden sıyrılıp ülkemiz özelinde göz atacak olursak. Elbette Türkiye’de de kadına yönelik şiddet ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir. Yapılan araştırmalar, Türkiye’deki kadınların önemli bir kısmının, hayatlarının bir döneminde fiziksel şiddete uğradığını göstermektedir. Ancak bu sorun, yalnızca şiddetin varlığıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda bu şiddete karşı etkin bir şekilde mücadele etme konusunda da zorluklar yaşanmasıyla derinleşmektedir. Ülkemizde gerekli bilinci sağlamaya yönelik duyarlı vatandaşlarımız ve kadınlarımız tarafından yapılacak gösteri ve yürüyüşler bile maalesef şiddet ile sonlandırılmaya çalışılmış ve adeta kadına yönelik şiddetle mücadeleyle mücadele eder bir durum oluşmuştur.

Tüm bunlara rağmen Türkiye’de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, her yıl çeşitli sivil toplum kuruluşları, kadın hakları savunucuları ve bazı siyasi partiler tarafından geniş çaplı etkinliklerle kutlanmaktadır. Bugün, kadınların şiddete karşı haklarını savunmak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gündeme getirmek ve kadınları koruyan yasaların uygulanmasını sağlamak için bir fırsat olarak görülmektedir. 25 Kasım, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede bir dönüm noktası olmaya aday bir gün olup, her yıl hem toplumsal farkındalık yaratmak hem de siyasî ve hukuksal anlamda adım atılması için bir çağrı işlevi görmektedir.

Kadın örgütlerinin ve kadın hakları savunucularının 25 Kasım’da düzenlediği protestolar, yürüyüşler ve basın açıklamaları, Türkiye’deki kadına yönelik şiddet sorununu gündemde tutma adına önemli bir araç olmuştur. Bugün, aynı zamanda devletin kadınları şiddete karşı koruma yükümlülüğünün hatırlatılması, şiddet mağdurlarına yönelik daha etkili hizmetlerin sağlanması gerektiğine dair kamuoyu oluşturulması için bir fırsattır.

25 Kasım, kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumsal bilinç oluşturmanın ötesinde, devletin sorumluluklarını yerine getirmesi ve kadınların eşit haklara sahip olduğu bir toplum inşa etme yolunda atılacak adımların belirleyicisi olacaktır. Türkiye’nin bu konuda daha etkili adımlar atması, yalnızca 25 Kasım’da değil, her gün kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumun tüm kesimlerinin sorumluluk almasıyla mümkün olacaktır. Umarız ki bu 25 Kasım yürüyüşünde göz altına alınan vatandaşlarımız bir an önce bırakılır ve bugünün Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olduğunu ve bunun toplumsal farkındalık ve bilincin kazanılması ve suçun önlenmesi için bir fırsat olduğunu halkımız ile birlikte devlet yetkililerimiz de anlar.

Kurtuluş Savaşı’nda hem cephede hem de cephe gerisinde gerek hemşirelik yaparak gerek de çeşitli örgütlerde çalışarak savaşın sürdürülmesine ve bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunan tüm kadınlarımıza ve ardından Cumhuriyet’in kuruluşuna etki eden koca yürekli ve cesur Türk Kadını’na teşekkürlerimle başlayacağım bu yazıma. En büyük bayramımızı ve en kutlu günümüzü kutladığımız Cumhuriyet bayramımızın 29 Ekim 1923’te Türk kadını tarafından çeşitli şekillerde verdiği destek ve aldığı görev çok önemlidir.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, kadınlar başta eğitim alanında olmak üzere, toplumsal hayatta yer almak için çokça mücadele ettiler. Kadınlar, yeni kurulan devletin modernleşme çabalarına destek vererek, toplumun her kesiminde yer alma isteğini gösterdiler. Ayrıca, birçok kadın, halkı bilgilendirme ve aydınlatma çalışmalarında aktif rol aldı. O dönemin koşulları düşünüldüğünde her bir kadının verdiği en ufak bir emeğin ve çabanın bile ne kadar değerli olduğunu düşünmek gerekir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yapılan reformlarla kadınlar, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren birçok hakka sahip oldu. Elbette bu süreçte bizim en çok dikkatimizi çeken hak 1934 yılında seçme ve seçilme hakkıydı. Bu, Türkiye’de kadınların siyasi hayata aktif katılımının önünü açtı. Ama bu hakkın kullanılması için yasal düzenlemelerin yapılması kadar bu hakkı kullanacak cesur kadınların varlığı ve öne çıkma çabası da lazımdı.

İşte Türk milletinin kadınlarının kurtuluş ve kuruluş gibi bir dönemi tanımlayan bu kritik anlarda ön plana çıkması herkesten çok daha farklı ve kritik olmuştur. Çünkü milletçe seferberlik halinde herkesin rol aldığı bir bağımsızlık mücadelesi bir yana, cehalet ve ön yargılar ile savaşılacak daha zorlu bir mücadeleye kadınlar kendini sadece canıyla, teriyle, kanıyla değil; aklıyla, bileğiyle, diliyle de hazırlamak zorundaydı. Ayrıca, kadının o dönemdeki toplumsal yeri düşünüldüğünde bunu yerine getirmek için çok büyük bir medeni cesaret ve kimsenin bakışına aldırmamanın ne denli zor olacağını tahmin etmek hiç zor değil.

Ancak, işte tam da bu yüzden, kendine bakılan bu bakışlara, yapılan ve yakıştırılan toplumsal kalıplara sığmayan ve önce kendini ve sonra toplumu aydınlatan kadınların her biri ayrı bir teşekkürü hak ediyor. Evet, çok büyük bir önder ve lidere sahibiz ki, O eğitimde, işte ve sosyal hayatta kadınların daha fazla yer almalarını her daim teşvik etti. Ama, bu cesareti ve çabayı kendinde bulan, siyasette, yargıda, tıpta, öğretmenlikte, mühendislikte, kısacası ilim ve bilimin olduğu her yerde kendine yer arayan ve açan her bir kadın aslında günümüzde de kadının meslek ve özgürlük sahibi olmasının yollarını açtı. Ve bunu bir sonraki neslin bir adım daha kolay yapmasını sağlamış oldu.

Dolayısıyla, Cumhuriyet bu açıdan bakıldığında ülkemizin; bağımsızlığının, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun ve yönetim şeklimizin artık demokrasiye dayandığının beyanatının yanında; Kadınların toplumdaki yerinin güçlenmesi açısından tarihi bir dönüm noktası oldu. Cumhuriyetin getirdiği yeniliklerle birlikte, kadınların toplumsal ve siyasal haklar için verdikleri mücadele, Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli bir yer tuttu. Tüm bu modernleşmenin öncüsü başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte mücadele veren bağımsız ruhlu sayısız kahramanlarımız Kadınlarımıza şükran dolu olmalıyız. 29 Ekim’i bu açıdan da değerlendirip bayramın niteliğini ve değerini daha da özümsemeliyiz.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’mız Kutlu Olsun!

Kadın cinayetleri artık istatistikler ile açıklanamayacak boyutlarda travmalara yol açıyor. Kadınlarımızın adı, yaşı, yaşadığı şehirler değişiyor ama uğradığı zulüm, saldırı ve şiddet değişmiyor. Yine Kadın Hukuku’nu anayasal ve kanunlar nezdinde açıklayacak bir yazımla sevgili kadinlara.com okurları ile gelişimimize yönelik hukuksal açıdan Kadın haklarını daha anlamlı makaleler eşliğinde sizlerle paylaşmak istemiştim. Lakin temel birtakım meselelere kalıp onların çevresinde bir süre daha dönüp durmamız gerekiyor. Yazımı değiştirip gündemi yakalayıp bu çürümüşlüğe ses çıkarma ihtiyacı daha ağır basıyor.

Çünkü toplum olarak hala daha ‘Kadın haklarının’, ‘İnsan haklarının’ ve ‘Çocuk haklarının’ ne düzeyde anlaşılması ve kurallara uyulması gerekeceği bir kesim tarafından benimsenemiyor. Böyle bir ortamda biz de ileri hukuk, bilim, sanat tartışmaları yapıp gelişme hedeflemesi yapmak bir yana temel seviyede tartışmalara ve toplumun bunu benimseyemeyen kesimine ısrarla şu an olduğumuz seviyeye gelmesi için ders verici, vicdanı harekete geçirici ve birleştirici mesajlar vermeye devam ediyoruz.

Peki bu böyle nereye kadar sürecek/sürmeli? Ta ki değil tek bir kadın cinayeti, kadına şiddete dair bir haber duymayacağımıza dek. Tabii ki haberlere kulak kapamayı kastetmiyorum. Burada kastettiğim toplumda bu yönde bir bilinç gelişmesi ve artık kadına şiddet vakaları olmayan bir düzenden bahsediyorum. Toplumun bir kesimi derken de kimseyi aşağılamak adına değil, ama kadına el kaldırmaya yeltenen acizlerin ve hadsizlerin bizimle aynı bilinçte, saygı ve ahlak çerçevesinde bulunamayacağına inanıyorum.

Toplumun çok büyük bir kesiminin bu haberlere ne kadar derinden üzüldüğünü, içinin sızladığını hissedebiliyor ve fark ediyoruz. Sivil toplum örgütleri, siyasi partilerin gençlik ve kadın kolları başta olmak üzere siyaset, sanat ve spor camiaları el birliği ile tepkisini gösteriyor. Herkes her yaştan giden canlarımız için hassasiyetini ortaya koyuyor. Ama bulgular ve haberler her geçen gün bizi daha da üzmeye devam ediyor.

İstanbul’da özel bir üniversitenin Uluslarası Çalışma Örgütü ile yaptığı bir çalışmanın sonuçlarına göre her 4 kadından 1’i cinsel şiddete uğruyor. Araştırma; iş hayatında psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet ile karşılaşan kadınların sayısı erkeklerin 2 katını bulduğunu söylüyor. Ne kadar farklı şiddet türüne maruz kalınırsa algılanan şiddete ilişkin farkındalık da azalıyor. Ve aynı zamanda daha az eğitimli olmak daha fazla şiddete maruz kalmaya neden oluyor.

İşin en acı yanlarından birisi de hayatın çoğu alanında olduğu gibi iş hayatında da maruz kalınan bu şiddetteki eşitsizlik normalleşiyor. Kadının sadece cinsiyeti sebebiyle uğradığı ayrımcılık ve şiddet vakaları biz toplumda herkesin farkındalığını kazanması lazım dedikçe, üstü kapalı kabuller, bu kadarı her yerde yaşanabilir zihniyeti ve sayısını bilmediğimiz şiddet hikayeleri hala yaşanmaya devam ediyor.

Şimdi yine şunu hepimizin dediğini duyar gibiyim. O halde çözüm nerede, bunu sonlandıracak ve bir daha yaşanmasına mani olacak muktedir şey ne?

1. Öncelikle, kadının toplumsal yaşamda rahatça yaşayacağı, haklarının ve sınırlarının daha kapsamlı bir şekilde korunacağı ilk etapta uygulanması gereken birincil çözüm İstanbul Sözleşmesi! Bunun değerini ve önemini anlamadan maalesef gereken önlemler hep yarım kalacak ve çözümden biraz uzak olacak gibi duruyor.

2. Akabinde yürürlükte olan kanunların ‘harfiyen’ uygulanması bu sorunlara en kalıcı çözümü getirecek bir konu olarak yer alıyor. İnfaz kanunumuz maalesef uygulanması anlamında eksik kaldığı takdirde, suçluyu cezadan uzak tutan ve caydırıcı bir konumda kalıyor. Buradan istifade eden suçlu ise kanunun lehine olan taraflarını iyi hal ve başkaca sabıkası bulunmaması gibi bahaneler ile kullanıyor.

3. Yalnız hepsinden önemlisi diyebileceğimiz bir konu var ki; iş hayatındaki istatistikten de yola çıkarak işi en temelde çözmek için gelecek nesilleri kurtarmak için en önemli çözüm bu oluyor; eğitim, eğitim, eğitim… Okullarda, derneklerde, kitaplarda, televizyonlarda veya her nerede ve nasıl olursa olsun işin ilk kısmı tamamen ve yine eğitim. Evet bu sorunları bir günde çözecek bir yöntem değil. Ama Kadın-Erkek eşitliğini ilk yaşlardan itibaren verdiğimiz okullardaki öğrenciler ve kız çocuklarının ileride ekonomik özgürlüğünü kazanacağı bir jenerasyon kurmak bizi gelecekte kurtaracak yegane ve en kalıcı çözüm olacaktır.

İnanın bu 3 çözüm ile bambaşka bir toplum ve Türkiye yaratmanın mümkün olduğunu belli adımlar atıldıktan sonra görmemiz işten bile değil. Toplum, devlet, kanunlar el ele verip bu sorunu halletmek için bir adım attıkları takdirde şiddete karşı kalkan güçlenip Kadınların toplumdaki, iş hayatındaki ve yaşamdaki değerini kat be kat artıracaktır. Toplumda Kadının değerinin ve yerinin arttığı yerde de bizim konuşacağımız konular bu temel ve ilk adımlar değil, ileri medeniyetlere yön verecek daha anlamlı ve geliştirici konular olacaktır. O günlere bir an önce kavuşarak, hak ettiğimiz konular ve bilgileri paylaştığımız yazılarda, fikirlerde buluşmak üzere. Sevgiyle kalın.

Kadın Hukuku’na giriş ve Kadın Hakları’nın Tarihsel Gelişimine dair yazılarımın ardından Anayasa ve Yasalarda Kadın Erkek Eşitliği yazısını kaleme almayı planlamıştım. Ancak maalesef gündemimizdeki içimizi sızlatan haberlerden sonra Kız Çocuklarımıza yönelik bir yazı kaleme almanın daha önemli ve anlamlı olduğunu düşünerek bu yazımı ertelemiştim. Şimdi sizlerle gecikmeli olarak Kadın-Erkek Eşitliğinin Anayasal ve Yasal çerçevelerini açıklayarak inceleyecek ve bu çerçevelerin uygulanabilirliğini değerlendireceğiz.

Kadın-Erkek eşitliği, toplumsal adaletin ve bireysel hakların temeli olarak kabul edilen bir ilkedir. Anayasa ve yasalarda bu eşitliğin sağlanması, toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik eden bir hukuk sisteminin oluşturulması açısından kritik bir öneme sahiptir. Anayasa her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de en temel ve önemli yasalar bütünüdür. Bireylerin egemenlik hakları ile birlikte devletin yönetim biçimini de açıklamaktadır. Ve Anayasamız toplumsal eşitlik ilkelerini de içerine göre hazırlanmıştır.

Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. maddesi, tüm bireylerin yasalar önünde eşit olduğunu belirtir ve cinsiyet ayrımcılığına karşı koruma sağlar. Bu maddeye göre: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Bu madde, devletin cinsiyet eşitliğini sağlama yükümlülüğünü vurgular. Ancak, anayasal düzenlemelerin etkinliği, uygulama ve denetim mekanizmalarının ne kadar güçlü olduğuna bağlıdır.

Kadın-Erkek eşitliği, yalnızca hukuki bir ilke değil, aynı zamanda sosyal bir gerekliliktir. Bu bağlamda, Anayasa’nın yanı sıra, ilgili yasalarda da eşitlik ilkesinin uygulanması büyük önem taşır. Türk Medeni Kanunu, cinsiyet eşitliğini pekiştiren önemli bir adım olmuştur. Bu yasa, kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu ve toplumsal hayatta eşit şekilde yer almaları gerektiğini vurgular. Ancak, bu yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, sadece kağıt üzerinde kalmamalıdır.

Bununla birlikte, kadınların haklarını korumak ve cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla çıkarılan yasaların etkinliği, toplumsal algılar ve kültürel normlarla doğrudan ilişkilidir. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık, hala ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Kadınların ekonomik, sosyal ve politik hayatta daha aktif bir rol alabilmeleri için toplumsal bilinçlenmenin artırılması ve bu konudaki yasaların etkin bir şekilde uygulanması şarttır.

Özellikle, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun (daha sonraki yazılarımda çok detaylıca ele alacağım bu kanunu), kadınların korunması için önemli bir yasal düzenleme olarak öne çıkmaktadır. Ancak, bu kanunun uygulanabilirliği, yerel yönetimlerin ve adalet sisteminin bu konuda ne kadar kararlı olduğuna bağlıdır. Kadınların haklarını savunan sivil toplum örgütleri de, bu yasaların uygulanmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Anayasa ve yasalardaki eşitlik ilkeleri, yalnızca kadınları değil, tüm toplumu olumlu yönde etkileyecek bir dönüşüm sürecinin temelini atmaktadır. Cinsiyet eşitliği, toplumsal barışın sağlanmasında ve ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasında hayati bir öneme sahiptir. Bu nedenle, hem devletin hem de bireylerin bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, Kadın-Erkek eşitliği, Anayasa ve yasalarda sağlam bir şekilde yer almasına rağmen, bu eşitliğin hayata geçirilmesi için toplumsal bir değişim ve bilinçlenme süreci gereklidir.  Kanunlarımız, Kanun koyucular tarafından her ne kadar tüm önlemleri alacak şekilde düzenlenip Kadın-Erkek eşitliğini sağlar görünse de bu kanunları asıl güçlü kılacak şey onların uygulanması ve denetim mekanizmalarının kuvvetli olmasına bağlıdır. Bu da yine bizleri, Kadın haklarının güvence altına alındığı ve cinsiyet eşitliğinin ancak tam manasıyla sağlandığında sürdürülebilir bir toplum yapısına ulaşacağımızı göstermektedir. Bu çerçevede, Kadın Hakları mücadelesinin güçlendirilmesi, tüm bireylerin ve toplulukların ortak sorumluluğudur.

Tüm Türkiye’nin gündemine bir anda düşen ve hepimizin kalbini yakan elim bir olay daha, Narin! Aslında bu yazımda sizleri Kadın Hukuku’nun farklı bir konusu ile karşılayacaktım, ancak bu son vakıadan sonra o yazımı biraz daha erteleyerek kanayan yaramız ve hepimizi ağlatan kız çocuklarımızın başına gelen bu hadiseler hakkında birkaç kelam etme ihtiyacı hissettim.

Maalesef ki şunu hepimiz biliyoruz bu ne ilk oldu ne de son olacak! Her yıl kaybettiğimiz yüzlerce hatta binlerce yavrumuz gibi tarih sayfasında yerini alıp bizlerin kanayan yarası olmaya devam edecek. Bu olay elbette adli tıp ve yargı organlarınca aydınlatılıp çözümlenecektir fakat önemli olan bu kız çocuklarımızın başına bir musibet gelmeden gereken önlemi almaktır.

Evet çoğu kız çocuğunun okula başladığı günlerde herkesin içini yakan bu haber, tekrar toplumu çocuk koruma politikalarının güçlendirilmesi ve aile içi şiddetle mücadele için yapılan çağrılarda sıklıkla yer alarak bir uyanışa sürükledi. Kamuoyunda bu tür olayların önlenmesi için daha etkili adımlar atılması gerektiği konusunda geniş bir anlayış oluştu. Kız çocuğu olsun olmasın o empatiyi kurabilen herkes aslında bu politikaların tekrar gün yüzüne çıkarılıp düzenlenmesi gerektiğinde hemfikir oldu.

Peki bu konuda adalet için eşitlikçi bir yol haritasını nasıl çizeceğiz. Elbette burada yük bizden çok sorumluların omuzlarında. Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki farkındalık artmış olsada, kız çocuklarının hakları hala birçok yerde ihlal edilmektedir. Kız çocuklarının haklarını korumak ve desteklemek, hem bireylerin hem de toplumların geleceği için kritik öneme sahiptir. Kız çocuklarının hakları, bu hakların korunması için atılması gereken adımlar ve karşılaşılan zorluklar elbirliği ile atılmalı, gerek yetkililer gerek halk birlik halinde bilinç ve kararlılık kazanmalıdır.

Öncelikle bilinmelidir ki kız çocuklarının hakları, uluslararası hukuk ve çeşitli insani belgelerle güvence altına alınmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (CRC) bu hakların temelini oluşturmaktadır. Ve bu metinde kız çocuklarının hakları şunları içerir:

-Eğitim Hakkı: Her çocuğun, cinsiyeti ne olursa olsun, kaliteli bir eğitim alma hakkı vardır. Bu sayede kız çocukları kişisel gelişimini destekler ve onları gelecekteki fırsatlar için hazırlayabilir.

 -Sağlık Hakkı: Kız çocuklarının sağlık hizmetlerine erişim hakkı vardır. Bu hem fiziksel hem de zihinsel sağlık hizmetlerini kapsar. Sağlıklı bir yaşam için yeterli beslenme ve tıbbi bakım önemlidir.

-Korunma Hakkı: Kız çocuklarının her türlü şiddet, istismar ve ihmale karşı korunma hakkı vardır. Aile içi şiddet, çocuk işçiliği ve cinsel istismar gibi durumlar, kız çocuklarının haklarına açıkça aykırıdır. Bu da bizim ülkemizde Eğitim ve Sağlıktan sonra maalesef en yaralı olduğumuz alandır.

-Katılım Hakkı: Kız çocuklarının kendi yaşamlarıyla ilgili kararlar alabilme hakkı vardır. Bu, toplumsal karar mekanizmalarına dahil olmayı ve kendi görüşlerini ifade etmeyi içerir. Bunu bazı illerimizde daha sık görebilsek de maalesef Türkiye’nin çoğu yerinde hala eksikliğimiz mevcuttur.

-Kimlik ve İfade Özgürlüğü: Kız çocuklarının kimliklerini serbestçe ifade edebilmeleri ve kendi kültürel, dini ve kişisel kimliklerini koruyabilmeleri önemlidir.

Birleşmiş Milletlerin Çocuk Haklarında belirttiği bu maddelerdeki hususları elbette bir günde yerine getiremeyiz. Ancak düzenli ve planlı bir çalışma ve hassasiyet ile bunu başarabilecek güce de sahip bir millet olduğumuzu düşünüyorum. Bunun için; toplumda cinsiyet eşitliği konusunda eğitim ve farkındalık çalışmaları yaptığımız takdirde kız çocuklarının eğitim hakkı ve diğer hakları hakkında bilinç artırılacaktır.

Hükümet ve uluslararası kuruluşlar, kız çocuklarının haklarını koruyan yasaların uygulanmasını sağlamalıdır. Ayrıca, mevcut yasaların etkin bir şekilde denetlenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Eğer mevcut yasalarımız daha güçlü bir hale getirilir daha koruyucu olmasının yanında daha caydırıcı cezalar olursa bu durumda bu tür menfi hadiselerin önüne büyük ölçüde geçilecektir.

Kız çocuklarının eğitim, sağlık ve korunma ihtiyaçlarını karşılayan destek programları oluşturulmalıdır. Bu programlar, özellikle daha dezavantajlı konumdaki Doğu bölgelerdeki çocukları hedef almalıdır.Tabii hükümet ve uluslararası kuruluşlar yaptığı reform seviyesindeki uygulamalar ile bu konuyu gündemde tutup her bir can için çok büyük bir titizlikle çalışacaksa da bizler de toplumun tüm kesimlerinin cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlendirilmesi ve toplumsal normların değiştirilmesi adına elimizden geleni yapmalıyız. Medya ve diğer iletişim araçları, bu konuda olumlu bir rol oynayabilir. Dernekler ve topluluklar farkındalık yaratma konusunda belli organizasyonlar ve etkinlikler düzenleyebilir.

Evet bu uzun soluklu bir çözüm ve proje içermesi gereken hassas bir konudur, ne kadar acil ve katı önlemler alınıp, ne kadar büyük ölçüde bir farkındalık yaratılırsa her kız çocuğumuz için o kadar güçlü bir kalkan yaratılacak olup, başkaca elim bir hadiseye fırsat vermeyecektir.

Sonuç itibariyle ‘Kız Çocuklarının Hakları’ sadece bir toplumsal sorumluluk değil, aynı zamanda bir insan hakları meselesidir. Her çocuğun eşit ve adil bir şekilde yetişme hakkı vardır ve bu, sadece yasal değil, aynı zamanda etik bir zorunluluktur. Kız çocuklarının haklarını korumak ve desteklemek, daha adil ve eşit bir toplum inşa etmek için atılacak önemli bir adımdır. Bu hedefe ulaşmak için toplumsal bilinç, yasal düzenlemeler ve destekleyici programlar birlikte çalışmalıdır. Ve yazımı hiçbir zaman unutulmaması gereken bir Gazi Mustafa Kemal Atatürk sözü ile bitireyim. ‘Vatanı korumak çocukları korumakla başlar!’

Her Hakkı Saklıdır © 2025 by Digiphonia

Oxygen Icon Box

+90 530 240 31 05

Oxygen Icon Box

cetin@avcetingurcan.com

Oxygen Icon Box

İhsaniye Mh. İsmetiye Cd. İnce Sk. Alpina Konutları N:23 B Blok

envelopephone-handsetlocation linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram